Zalim Siyonistlerin katlettiği üç şehidinin arkasından Rabbine dua eden Gazzeli bir annenin sözleri kalbime saplandı. “Çocuklarımı şehit vermek Allah’ın bir lütfudur. Ben bu çocuklarımı kaybetmedim tam tersine onları cennete uğurladım. Allah’a hamd olsun hiç bir çocuğum kalmadı. Onlarla cennette buluşurum inşaAllah. Kimse ölümsüz değildir. Hepimiz öleceğimize göre neden şehid olarak ölmeyelim ki! Biz Senden razıyız, Sen de bizden razı ol Allah’ım!” diyordu o anne.
Öyle ya, dünya Allah'tan korkup sakınanlarla, O'ndan yüz çevirip nankörlük edenleri ayırt etmek için hazırlanmış bir imtihan yeri. Burada güzelliklerle çirkinlikler, iyiliklerle kötülükler, eksikliklerle mükemmellikler bir araya konmuş ve kusursuz bir imtihan sistemi kurulmuş. İmanımızın ortaya çıkması için türlü şekillerde deneniyoruz.
Dünyaya Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmek için geldiğini, en önemli amacının Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu, dünyanın imtihan için yaratıldığını, asıl varılacak yerin ahiret olduğunu, dünyada yapıp ettiklerine göre hesaba çekileceğini, cennetle cehennemi düşünmek ve hayatı bu gerçeklere göre düzenlemek en önemli sorumluluğumuz. Aksi takdirde sadece doğan, büyüyen, çoğalan ve amaçsızca hayat süren hayvanlardan bir farkı kalır mı insanın?
Ancak insan Kur’an’daki ifadesiyle "zalim ve nankör" bir karakter göstererek Rabbine şükretmeyi, O'na boyun eğmeyi ve itaat etmeyi unutuyor, O'nun koyduğu sınırları çiğniyor. Kendisinin büyük bir güce sahip olduğunu, bu dünyadan çok uzun bir süre ayrılmayacağını düşünüyor.
Bu yüzden de tüm amacı dünyayı yaşamaya yönelik. Ölümü unutuyor, ölümden sonraki yaşantısı için hazırlık yapmıyor. İmkânları elverdiğince iyi bir hayat sürmeye, burada geçirdiği her anı kendince en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyor. İnsanların dünyaya olan bu bağlılıklarını Allah Kur’an'da şöyle bildiriyor:
Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)
Ayette de ifade edildiği gibi bu dünyanın önemli bir sırrı var; dünya hayatı çok çabuk geçiyor. Dünyaya bağlananların unuttukları, düşünmeye yanaşmadıkları, hatırlatıldığında kaçtıkları bir konu bu. Ne kadar kaçmaya çalışsa da hiç değişmeyecek bir gerçek.
Bu insanın, dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar durmaksızın devam ediyor. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamıyor. Çünkü istediği şeyleri Allah'ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyor. Ve sahip olduğu her şey onun kibrini ve büyüklenmesini artırıyor.
Gücün sahibi’nin denemek amacıyla verdiği güç ve imkânı kendisinde olan bir üstünlükten dolayı ‘hak ettiğini’ zannediyor. Halbûki verilen her şey, yalnızca Allah'ın bir lütfu. Bunun farkında olmalı ki, Allah'ın verdiği nimetler karşısında şımarıp azgınlaşmamalı.
İnsan, dünyevi değerlerini kaybetme ya da kazanma endişesi içinde olunca Allah’a gönülden teslim olup, yalnızca Allah için yaşayamıyor. Kaderine tam olarak teslim olamadığı için, karşılaştığı olaylara olumsuz yaklaşarak umutsuz ve karamsar bir ruh haline bürünüyor. Halbûki insan yaşadığı olaydaki hikmetli yönleri görüp Allah’ın kendisi için her olayı hayırla yarattığına kanaat getirirse bu bakış açısından kurtulup kadere imanın huzurunu yaşayabilir.
Her insan Allah’ın kendisi için yarattığı kaderle muhatap. Olaylar karşısındaki tevekkülsüz ve isyankar davranışlar, ”ben bu kaderi beğenmedim” anlamına gelir. İsabet eden her musibete imtihan gözüyle bakıp, “Allah’tandır” diye düşündüğümüzde rahat ederiz. Yaşadığımız olay zahiren iyi ise şükreder, şer ise sabrederiz ki her durumda kazançlıyız.
Umutlarımızı gerçekleştirip kurtuluş bulanlardan olmak istiyorsak, Allah’tan razı olalım ki, Allah bizden razı olsun… Ey hayatın ve ölümün sahibi Allah'ım! Senden imanı süsleyip çekici kıldığın, sevdirdiğin, halisane teslim olmuş bir kalp diliyoruz.
Elif E. Bayraktar
Öyle ya, dünya Allah'tan korkup sakınanlarla, O'ndan yüz çevirip nankörlük edenleri ayırt etmek için hazırlanmış bir imtihan yeri. Burada güzelliklerle çirkinlikler, iyiliklerle kötülükler, eksikliklerle mükemmellikler bir araya konmuş ve kusursuz bir imtihan sistemi kurulmuş. İmanımızın ortaya çıkması için türlü şekillerde deneniyoruz.
Dünyaya Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmek için geldiğini, en önemli amacının Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu, dünyanın imtihan için yaratıldığını, asıl varılacak yerin ahiret olduğunu, dünyada yapıp ettiklerine göre hesaba çekileceğini, cennetle cehennemi düşünmek ve hayatı bu gerçeklere göre düzenlemek en önemli sorumluluğumuz. Aksi takdirde sadece doğan, büyüyen, çoğalan ve amaçsızca hayat süren hayvanlardan bir farkı kalır mı insanın?
Ancak insan Kur’an’daki ifadesiyle "zalim ve nankör" bir karakter göstererek Rabbine şükretmeyi, O'na boyun eğmeyi ve itaat etmeyi unutuyor, O'nun koyduğu sınırları çiğniyor. Kendisinin büyük bir güce sahip olduğunu, bu dünyadan çok uzun bir süre ayrılmayacağını düşünüyor.
Bu yüzden de tüm amacı dünyayı yaşamaya yönelik. Ölümü unutuyor, ölümden sonraki yaşantısı için hazırlık yapmıyor. İmkânları elverdiğince iyi bir hayat sürmeye, burada geçirdiği her anı kendince en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyor. İnsanların dünyaya olan bu bağlılıklarını Allah Kur’an'da şöyle bildiriyor:
Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)
Ayette de ifade edildiği gibi bu dünyanın önemli bir sırrı var; dünya hayatı çok çabuk geçiyor. Dünyaya bağlananların unuttukları, düşünmeye yanaşmadıkları, hatırlatıldığında kaçtıkları bir konu bu. Ne kadar kaçmaya çalışsa da hiç değişmeyecek bir gerçek.
Bu insanın, dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar durmaksızın devam ediyor. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamıyor. Çünkü istediği şeyleri Allah'ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyor. Ve sahip olduğu her şey onun kibrini ve büyüklenmesini artırıyor.
Gücün sahibi’nin denemek amacıyla verdiği güç ve imkânı kendisinde olan bir üstünlükten dolayı ‘hak ettiğini’ zannediyor. Halbûki verilen her şey, yalnızca Allah'ın bir lütfu. Bunun farkında olmalı ki, Allah'ın verdiği nimetler karşısında şımarıp azgınlaşmamalı.
İnsan, dünyevi değerlerini kaybetme ya da kazanma endişesi içinde olunca Allah’a gönülden teslim olup, yalnızca Allah için yaşayamıyor. Kaderine tam olarak teslim olamadığı için, karşılaştığı olaylara olumsuz yaklaşarak umutsuz ve karamsar bir ruh haline bürünüyor. Halbûki insan yaşadığı olaydaki hikmetli yönleri görüp Allah’ın kendisi için her olayı hayırla yarattığına kanaat getirirse bu bakış açısından kurtulup kadere imanın huzurunu yaşayabilir.
Her insan Allah’ın kendisi için yarattığı kaderle muhatap. Olaylar karşısındaki tevekkülsüz ve isyankar davranışlar, ”ben bu kaderi beğenmedim” anlamına gelir. İsabet eden her musibete imtihan gözüyle bakıp, “Allah’tandır” diye düşündüğümüzde rahat ederiz. Yaşadığımız olay zahiren iyi ise şükreder, şer ise sabrederiz ki her durumda kazançlıyız.
Umutlarımızı gerçekleştirip kurtuluş bulanlardan olmak istiyorsak, Allah’tan razı olalım ki, Allah bizden razı olsun… Ey hayatın ve ölümün sahibi Allah'ım! Senden imanı süsleyip çekici kıldığın, sevdirdiğin, halisane teslim olmuş bir kalp diliyoruz.
Elif E. Bayraktar
YORUMLAR