“Batı her zaman senin bildiğin gibi barış ve adalet diyarı değildi, kadın ve erkek haklarının, doğanın üstüne titrenmiyordu. Senden bir önceki kuşaktan olan ben, bambaşka bir Batı tanıdım” diyor Amin Maalouf.
Ancak Batı bugün de aynı Batı; cephesinde yeni bir şey yok.
Rusya-Ukrayna savaşının sürdüğü şu günlerde Avrupalı gazetecilerin açıklamalarda bulunurken sarf ettikleri cümleler bizi dehşete düşürdü. İzlediğimiz birçok insanın gözyaşlarından midemiz bulandı;
“Onlar gelişmekte olan bir üçüncü dünya ulusu değil, burası Avrupa. Mavi gözlü, sarı saçlı Avrupalı insanlar öldürülüyor.”
Ukraynalı milyonlarca 'beyaz' göçmen komşu ülkelere giderken, Batı iki yüzlülüğünü bir kez daha gösterdi. Akdeniz’de ölüme terk edilen, Yunanistan tarafından botları batırılan, işkence gören Suriyeli ve Afgan mültecilere sessiz kalan Avrupa ülkeleri, Ukraynalı mültecilere oturum izni verileceğini, iş, barınma, sağlık ve eğitim imkânlarından faydalanmalarının sağlanacağını ifade etti. Afrikalı öğrenciler ise tren ve otobüslere alınmayarak ırkçı muameleye maruz kaldı.
Batı zaten hep iki yüzlü değil mi? Şurada daha 90’lı yıllarda, Batı’nın gözleri önünde Bosna’da 8 bin Müslüman öldürülmedi mi? Kaldı ki onlar da sarı saçlı-mavi gözlü idiler. Ama Müslümandı onlar.
Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi; “Bunu hiç unutma evlat. Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği; döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.."
Batı medeniyeti refahını Afrika ve Amerika kıtasında akıttığı kanlar üzerine kurdu. ‘Medeni’ İsviçre mesela; 18. yüzyılın sonundan 1960'lı yılların başına kadar çocuk sömürüsünün örneğine az rastlanan bir biçimini uyguladı. Devlete borcu olan boşanmış çiftlerin, fakir ailelerin çocukları, öksüzler, yetimler, ebeveyni cezaevinde olan ya da suça bulaşmış çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla çalıştırılmak üzere başka ailelerin yanına ve çiftliklere ‘kiralık’ olarak verildi. Şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında dört-beş yaşındaki çocuklar satışa çıkarıldı. O sahipsiz çocukları arayan, tecavüze uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmadı. Çünkü onlar suç işlemiş, boşanmış fakir ailelerin sözde 'kurtarılmış' çocuklarıydı! Çocukluğumuzun çizgi karakteri Heidi de bu yüzden çıplak ayaklıydı; çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız ‘köle çocuklar’ı diğer çocuklardan ayıran bir simgeydi!
Batının kirli tarihine bir diğer örnek, Afrika’yı medenileştirme fikriyle yola çıkan Belçika kralı II. Leopold’un, Kongo’daki fildişi ve kauçuk gibi zenginlikleri sömürebilmek için üretimde yerel halkı acımasızca çalıştırmasıdır. Ağır şartlar altında çalıştırılan işçilerden, fildişi ve kauçuk ya da diğer zenginliklerden birinin kotalarını karşılamayan erkekler, ellerinin ya da ayaklarının kesilmesi ile cezalandırılmıştır. Kotayı dolduramayan kişi yakalanamazsa ya da çalışmak için iki elini kullanması gerekliyse, askerler bu kişilerin eşlerinin ya da çocuklarının ellerini kesmiştir.
Batının vahşi tarihindeki olaylardan biri de ‘insanat bahçeleri’dir. Evrimin ‘canlı ara geçiş formu’ arayışları yüzünden 1800’lerin sonları ve 1900’ların başlarında Avrupa’da ve sonrasında Amerika’da Afrikalı, Kızılderili, Aborjin topluluklardan tutsak edilen insanlar birer hayvan gibi sergileniyor, Batılılar tarafından seyrediliyordu.
O insanlardan biri olan ve bir hayvan gibi zincirlenip kafese konarak Amerika'ya götürülen, St. Louis Dünya Fuarı'ndan başlayarak birçok ‘insanat bahçesi’nde çeşitli maymun türleriyle birlikte kafese konup onlarla oynamaya ve orangutanlarla güreşmeye zorlanarak teşhir edilen Ota Benga adlı Afrikalı, yıllar boyu yaşadığı aşağılanmaya dayanamayarak intihar etmişti.
Charles Darwin’in, "medeni insan ırkları"nın "vahşi ırkları" yok edecekleri, onları yeryüzünden tamamen silecekleri gibi felaket "öngörüleri", 20. yüzyıldaki ırk savaşlarının, katliamların ve soykırımların sözde bilimsel temelini oluşturuyordu. Sosyal Darwinizm hayatın acı bir ‘gerçeği’dir. Dünyaya vahşi komünizmi, vahşi faşizmi getirip dünyayı mahvetmiş, insanlardan sevgiyi, şefkat ve merhameti almış Deccalî bir ‘gerçek’.
Deccalî sistemin ana hedefi insanları imandan, güzel ahlâktan, maneviyattan, sevgi, şefkat ve merhametten uzaklaştırarak onları sevgisiz, saldırgan, şiddet ve çatışmadan haz alan vahşiler haline getirmektir. ‘Medeniyetler çatışması’ ise Müslümanları topluca yok edebilmek için Hıristiyanlarla Müslümanları savaştırma plânıdır. Batının küresel çeteleri, çıkarları doğrultusunda hedefledikleri dev savaşın içinde tüm inananları yok etmek istiyorlar.
Yazar Gaffar Yakınca'nın son yazısında, Cenevre Diplomasi Okulu profesörü ve ABD’nin yetiştirdiği en önemli hukukçulardan olan Alfred de Zayas’ın bir makalesinden esinlenerek ifade ettiği gibi, "Bazı insanlar için Batıcılık, artık bir tür dinsel inanç haline gelmiştir".
Samimi inananların insan ilişkilerindeki kıstas ırk, etnik kimlik, dil, makam ve mevki değil, iman ve güzel ahlâktır. İnsanlar arasında ırk ve soya göre ayrım yapmak, etnik farklılıkları anlaşmazlık konusu haline getirmek Kur'an ahlâkına uygun değildir. Allah, tanışmaları için insanları farklı kıldığını, "Ey insanlar, gerçekten, Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en değerli olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır..." (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle bildiriyor.
Göz yaşının rengi olmaz. Bizim için mazlumun ne dili ne rengi ne maddi imkânları ne de kariyeri önemli. Çıkar çatışmalarına ve savaşlara sürükleyen sebeplerin ortadan kalkmasına vesile olmak için samimi, vicdanlı ve sağduyulu insanların birlik olması zorunlu. Birbirimizi sevmemiz zorunlu. Her ırktan, her dinden, her renkten mazlumu korumak zorunlu. Farklılıklar zenginliktir, renktir; Allah'ın ayetidir:
"Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir…" (Rum Suresi, 22)
Tam da bu sebeplerle dünya sahnesinde daha da güçlü var olmalıyız ki, yaratılan her canlıya merhamet göstermek nasıl olmalı, dünya bir kez daha, bir kez daha öğrensin.
Merhamet, merhametli insanlardan öğrenilir. Çocuklarınıza da önce şefkati, merhameti öğretin. "Merhamet, masum olduğu için her kalbe misafir olmaz" diyor İbn-i Haldun. Çocuğunuzun o tertemiz, saf ve masum kalbini, Allah'ın insana verdiği o özel duyguya yönlendirin. Şefkat ve merhamet çok büyük nimettir, iç enerjisidir. Allah'ın beğendiği ahlâktır. Allah'ın Rahman Rahim isminin tecellisidir.
Elif E. Bayraktar
Ancak Batı bugün de aynı Batı; cephesinde yeni bir şey yok.
Rusya-Ukrayna savaşının sürdüğü şu günlerde Avrupalı gazetecilerin açıklamalarda bulunurken sarf ettikleri cümleler bizi dehşete düşürdü. İzlediğimiz birçok insanın gözyaşlarından midemiz bulandı;
“Onlar gelişmekte olan bir üçüncü dünya ulusu değil, burası Avrupa. Mavi gözlü, sarı saçlı Avrupalı insanlar öldürülüyor.”
Ukraynalı milyonlarca 'beyaz' göçmen komşu ülkelere giderken, Batı iki yüzlülüğünü bir kez daha gösterdi. Akdeniz’de ölüme terk edilen, Yunanistan tarafından botları batırılan, işkence gören Suriyeli ve Afgan mültecilere sessiz kalan Avrupa ülkeleri, Ukraynalı mültecilere oturum izni verileceğini, iş, barınma, sağlık ve eğitim imkânlarından faydalanmalarının sağlanacağını ifade etti. Afrikalı öğrenciler ise tren ve otobüslere alınmayarak ırkçı muameleye maruz kaldı.
Batı zaten hep iki yüzlü değil mi? Şurada daha 90’lı yıllarda, Batı’nın gözleri önünde Bosna’da 8 bin Müslüman öldürülmedi mi? Kaldı ki onlar da sarı saçlı-mavi gözlü idiler. Ama Müslümandı onlar.
Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi; “Bunu hiç unutma evlat. Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği; döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.."
Batı medeniyeti refahını Afrika ve Amerika kıtasında akıttığı kanlar üzerine kurdu. ‘Medeni’ İsviçre mesela; 18. yüzyılın sonundan 1960'lı yılların başına kadar çocuk sömürüsünün örneğine az rastlanan bir biçimini uyguladı. Devlete borcu olan boşanmış çiftlerin, fakir ailelerin çocukları, öksüzler, yetimler, ebeveyni cezaevinde olan ya da suça bulaşmış çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla çalıştırılmak üzere başka ailelerin yanına ve çiftliklere ‘kiralık’ olarak verildi. Şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında dört-beş yaşındaki çocuklar satışa çıkarıldı. O sahipsiz çocukları arayan, tecavüze uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmadı. Çünkü onlar suç işlemiş, boşanmış fakir ailelerin sözde 'kurtarılmış' çocuklarıydı! Çocukluğumuzun çizgi karakteri Heidi de bu yüzden çıplak ayaklıydı; çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız ‘köle çocuklar’ı diğer çocuklardan ayıran bir simgeydi!
Batının kirli tarihine bir diğer örnek, Afrika’yı medenileştirme fikriyle yola çıkan Belçika kralı II. Leopold’un, Kongo’daki fildişi ve kauçuk gibi zenginlikleri sömürebilmek için üretimde yerel halkı acımasızca çalıştırmasıdır. Ağır şartlar altında çalıştırılan işçilerden, fildişi ve kauçuk ya da diğer zenginliklerden birinin kotalarını karşılamayan erkekler, ellerinin ya da ayaklarının kesilmesi ile cezalandırılmıştır. Kotayı dolduramayan kişi yakalanamazsa ya da çalışmak için iki elini kullanması gerekliyse, askerler bu kişilerin eşlerinin ya da çocuklarının ellerini kesmiştir.
Batının vahşi tarihindeki olaylardan biri de ‘insanat bahçeleri’dir. Evrimin ‘canlı ara geçiş formu’ arayışları yüzünden 1800’lerin sonları ve 1900’ların başlarında Avrupa’da ve sonrasında Amerika’da Afrikalı, Kızılderili, Aborjin topluluklardan tutsak edilen insanlar birer hayvan gibi sergileniyor, Batılılar tarafından seyrediliyordu.
O insanlardan biri olan ve bir hayvan gibi zincirlenip kafese konarak Amerika'ya götürülen, St. Louis Dünya Fuarı'ndan başlayarak birçok ‘insanat bahçesi’nde çeşitli maymun türleriyle birlikte kafese konup onlarla oynamaya ve orangutanlarla güreşmeye zorlanarak teşhir edilen Ota Benga adlı Afrikalı, yıllar boyu yaşadığı aşağılanmaya dayanamayarak intihar etmişti.
Charles Darwin’in, "medeni insan ırkları"nın "vahşi ırkları" yok edecekleri, onları yeryüzünden tamamen silecekleri gibi felaket "öngörüleri", 20. yüzyıldaki ırk savaşlarının, katliamların ve soykırımların sözde bilimsel temelini oluşturuyordu. Sosyal Darwinizm hayatın acı bir ‘gerçeği’dir. Dünyaya vahşi komünizmi, vahşi faşizmi getirip dünyayı mahvetmiş, insanlardan sevgiyi, şefkat ve merhameti almış Deccalî bir ‘gerçek’.
Deccalî sistemin ana hedefi insanları imandan, güzel ahlâktan, maneviyattan, sevgi, şefkat ve merhametten uzaklaştırarak onları sevgisiz, saldırgan, şiddet ve çatışmadan haz alan vahşiler haline getirmektir. ‘Medeniyetler çatışması’ ise Müslümanları topluca yok edebilmek için Hıristiyanlarla Müslümanları savaştırma plânıdır. Batının küresel çeteleri, çıkarları doğrultusunda hedefledikleri dev savaşın içinde tüm inananları yok etmek istiyorlar.
Yazar Gaffar Yakınca'nın son yazısında, Cenevre Diplomasi Okulu profesörü ve ABD’nin yetiştirdiği en önemli hukukçulardan olan Alfred de Zayas’ın bir makalesinden esinlenerek ifade ettiği gibi, "Bazı insanlar için Batıcılık, artık bir tür dinsel inanç haline gelmiştir".
Samimi inananların insan ilişkilerindeki kıstas ırk, etnik kimlik, dil, makam ve mevki değil, iman ve güzel ahlâktır. İnsanlar arasında ırk ve soya göre ayrım yapmak, etnik farklılıkları anlaşmazlık konusu haline getirmek Kur'an ahlâkına uygun değildir. Allah, tanışmaları için insanları farklı kıldığını, "Ey insanlar, gerçekten, Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en değerli olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır..." (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle bildiriyor.
Göz yaşının rengi olmaz. Bizim için mazlumun ne dili ne rengi ne maddi imkânları ne de kariyeri önemli. Çıkar çatışmalarına ve savaşlara sürükleyen sebeplerin ortadan kalkmasına vesile olmak için samimi, vicdanlı ve sağduyulu insanların birlik olması zorunlu. Birbirimizi sevmemiz zorunlu. Her ırktan, her dinden, her renkten mazlumu korumak zorunlu. Farklılıklar zenginliktir, renktir; Allah'ın ayetidir:
"Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir…" (Rum Suresi, 22)
Tam da bu sebeplerle dünya sahnesinde daha da güçlü var olmalıyız ki, yaratılan her canlıya merhamet göstermek nasıl olmalı, dünya bir kez daha, bir kez daha öğrensin.
Merhamet, merhametli insanlardan öğrenilir. Çocuklarınıza da önce şefkati, merhameti öğretin. "Merhamet, masum olduğu için her kalbe misafir olmaz" diyor İbn-i Haldun. Çocuğunuzun o tertemiz, saf ve masum kalbini, Allah'ın insana verdiği o özel duyguya yönlendirin. Şefkat ve merhamet çok büyük nimettir, iç enerjisidir. Allah'ın beğendiği ahlâktır. Allah'ın Rahman Rahim isminin tecellisidir.
Elif E. Bayraktar
YORUMLAR