“Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? O Rabbin ki seni yarattı, güzel ve düzgün şekilde biçimlendirdi, dengeli ve ölçülü yaptı. Kendi dilediği gibi sana bir suret verdi.” (İnfitar Suresi, 6-8)
Cahiliye toplumunda yaşayan insanlar, pek çok konuda vicdanlarıyla bulabilecekleri doğrular yerine toplumun telkinlerini kıstas kabul eder, hayatlarını bu sapkın 'değer yargıları' üzerine kurarlar.
İnsan, vicdanını tam olarak kullanmadığı takdirde, gördüğü her görüntüye hemen alışabilen bir varlık. Doğduğu andan itibaren çevresinden aldığı telkinlerin etkisiyle hareket eder. Allah'ın yaratışındaki üstün hikmetleri düşünüp kavramakla yükümlü olduğunu düşünmeyen insan, tüm yaşamını yüzeysel bir bakış açısıyla sürdürür. İçinde yaşadığı toplumun çoğunluğuna ayak uydurup onların batıl inançlarını benimsediğinde ise etrafı ülfet perdeleriyle kapanır. Ülfetten kurtulmuş, şuuru açık bir insan ise olayları hikmetleriyle düşünebilecek bir akla sahip olur. Ve baktığı her yerde Allah’ın yarattıklarındaki detayları ve güzellikleri inceleyip, üzerinde tefekkür eder, Allah’ın izniyle derin imanı kazanır.
Rabbimiz, birçok Kur’an ayetinde insanları düşünmeye davet eder. İnsan, her şeyi yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Yüce Yaratıcıyı takdir edebilme gücünü, Allah korkusunu ve Allah'a olan yakınlığını ancak tefekkür yoluyla artırabilir.
Üzerinde düşünmemiz için sayısız delil yaratan Allah, "...Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Nahl Suresi, 17), "...Düşünen bir topluluk için deliller vardır" (Bakara Suresi, 164) ifadeleriyle bunun önemini bildirir. Çevremizde gördüğümüz her şey Allah'ın bir tecellisi ve yaratılış delilidir. Bu nedenle gökler, yer ve bunların arasında bulunan canlı ve cansız tüm varlıklar, insanın düşünmesi için birer vesiledir.
İnsanlar gün içinde birçok konu hakkında düşünürler. Ancak bu düşüncelerin büyük bir kısmı ahireti için fayda vermeyecek, "boş ve gereksiz", insanı hiçbir sonuca götürmeyen, insana hiçbir şey kazandırmayan yararsız düşüncelerdir. Oysa önemli olan, insanın yaşamının her anında olayların sebeplerini, hikmetlerini araştırarak gerçek anlamda “derin bir şekilde” düşünmesidir.
Kimilerinin söylediği, “Derin düşünmeye gerek yok, kocakarı imanı yeterli” amiyane tabiriyle kastedilen ise okumayan, araştırmayan, bilgilenmeyen, şuursuz, yalnızca ‘inandım’ diyerek kendini yeterli bulan insan modeline teşviktir. Allah kulundan yüzeysel değil, gerçek, derin ve sarsılmayan bir iman ister. Önemsemeden geçmek ve düşünmemek, Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmek anlamına gelir.
Size kendi ayetlerini gösteriyor; artık Allah'ın ayetlerinden hangisini inkâr ediyorsunuz? (Mü'min Suresi, 81)
Allah’ın, kullarına olan rahmeti nedeniyle nimetlerini her an aynı mükemmellikte ve kesintisiz yaratıyor olması da ülfetin yani etraftaki her şeye alışkanlık gözüyle bakmanın sebeplerinden biri. Ancak derin bir şekilde düşündüğümüzde, daha güne başlarken kahvaltı masasında bile Allah'ın eşsiz nimetlerini tefekkür edebiliriz. Mesela ‘sıradan’ bir besin olarak gördüğümüz yumurtanın yapılışı mucizevi bir olaydır. Protein, vitamin ve mineral deposu olan yumurtanın sarısı ve akı, tavuk vücudunda ayrı ayrı yerlerde imal edilir ve on altı saat kadar süren bir işlemle ambalajlanır. Parmaklarınızla iki ucundan ne kadar kuvvetle bastırsanız, kırılmayan yumurtanın sağlamlığının yanı sıra pürüzsüz ve kusursuz bir şekli de vardır. Normalde çok iyi bir kalıba ve tezgâha ihtiyaç duyan böyle bir eser, içinde hiçbir kalıp bulunmayan tavuk vesilesiyle insana sunulur. Modern teknoloji tavuğun besininden veya kanından yumurta yapabilecek bir fabrikayı kuramamıştır. Kırıp çöp sepetine attığımız bu mükemmel ambalaj, mimarisi ve estetiğiyle akılları hayrete düşüren bir sağlamlık, pratiklik ve geometri şaheseridir. Bir yumurtadaki Allah'ın yaratma sanatına duyulan hayranlık, Allah’ın izniyle imanı artırır. Allah'ın kudretini ve sanatını gördüğünde insan, O'nu bütün noksanlıklardan tenzih eder ve O'na yakınlaşmaya bir yol bulur.
Bu konuyu kendi bedenimizle ilgili düşünelim. Mesela; ömür boyu her gün ayağımızın altındaki damarlar üzerine ortalama 60-70 kiloluk bir basınç uyguladığımız halde o incecik damarlar ezilmiyor ya da çatlamıyor. Ama çoğu zaman ülfetten, farkında bile olmuyoruz vücudumuzdaki mükemmel yapıların. Ancak bir aksaklık oluştuğu zaman ömrümüz boyu sorunsuz bir şekilde işleyen sistemlerin farkına varıyoruz ve ancak sorun çıktığında Allah’ı hatırlıyoruz.
Kâinatta bunca delil ve kesin bir gerçek olan ölüm varken, bütün bunları unutup, insanın gaflet ve ülfet içinde yaşaması adeta büyü gibidir. Bilimsel delillerle geçersiz olduğu defalarca ispat edilmesine rağmen, ucuz propaganda yöntemleri ve türlü yalanlarla ayakta tutulmaya çalışılan evrim teorisi, “İnsan tesadüflerle ortaya çıkmış, kimseye karşı sorumluluğu olmayan gelişmiş bir hayvandır" şeklindeki aldatıcı telkini ile insanlığı bir büyü gibi sarmış, felsefesi ile dünyaya komünizmi, faşizmi, vahşi kapitalizmi getirmiş, insanlardan sevgiyi almış, inanç ve değerlerin yitirilmesine, sonucunda da merhamet, fedakârlık, dürüstlük, adalet gibi ahlâki erdemlerin dejenere olmasına sebep olmuştur. Evrim ‘mantığı’na inanan insan, akılcı analiz ve muhakeme yeteneği sarsılıp dünyanın en imkânsız senaryosunu çok makul görüp kabul ettiğinde karşısına çıkan tüm imanî delileri görmez hale gelir. En büyük büyü budur ve bu büyü insanın sonsuz hayatına mal olur…
YORUMLAR