Toplumun büyük kesiminde, Allah’ın emrettiği ahlâk özelliklerinin pek çoğu, evlenilecek kişilerde aranan özellikler arasında yer almıyor artık, görüyorsunuzdur. Kadın ya da erkeğin, Allah’a olan imanı ve yakınlığı O’nun rızasını kazanmak için çalışması, sınırlarını korumaya olan gayreti, aranan önemli öncelikler arasında bulunmuyor. Hatta bu özellikler pek çok insanın aklına dahi gelmiyor.
Zaten evliliğe “müessese” denmesi, evliliğe nasıl bakıldığını gösteriyor. Evliliği adeta şirket gibi gören bir bakış açısına sahip insanların evliliklerinin de ne derece sağlıklı olacağı açık. Evlenmeye karar veren kadın ve erkeğin, henüz evliliğin başlangıcında birbirlerine güvenmiyor olması korkunç bir durum. Çiftler önce evlilik sözleşmesi imzalıyor, daha evlenmeden boşanma şartları konuşuluyor.
Temeli karşılıklı çıkar ilişkilerine dayanan birliktelikler, zamanla hem kadın hem de erkek için azaba dönüşüyor. Dayanamayacak duruma gelen kadın, ailesine ya da yakınlarına evliliğine ilişkin şikayetlerini dile getirdiğinde ise “herkesin evliliği böyle” sözleriyle karşılaşıyor ve getirilen çözümler de çoğu zaman Kur’an dışı oluyor.
İnsan evleneceği kişiye güven duymak ister. Ancak güven duyabilmek için o kişide Allah sevgisi/korkusu olması gerekir. Allah’tan korkmayan birine insan nasıl güvenebilir? Allah’ın sonsuz gücünün farkında olup kudretini hakkıyla takdir edemeyen zayıf akılda bir insan düşünelim; böyle bir insandan eşi ne bekler?..
Bir insana güvenmek ve –Allah’ın izniyle- sonsuza kadar beraber olacağına ümit bağlamak, vefasızlık yapmayacağına inanmak, dünyanın en büyük nimetlerinden biri. Bu duygu insanların elinden alındı ve insan çok büyük bir nimet kaybına uğradı. Güven ve sadakat yok olunca, geriye de zaten pek bir şey kalmadı.
İnsanlar genellikle yalnızlıktan ve gerçek anlamda hiç dostları olmadığından yakınıyorlar. Günümüz evli eşleri de çoğunlukla dost olamayan ve birbirine güvenmeyen kişiler. Sık sık yalana başvuruyorlar; kadın her an aldatılma ya da terk edilme korkusu içinde yaşıyor, erkek de çıkarları nedeniyle karısının kendisini maddi olarak değerlendirdiğini düşünüyor. Her ikisi de ruhlarına saygı duyulmadığından emin. Oysa insanın gerçek anlamda mutlu olabilmesi için güvendiği, sevdiği ve yalan söylemeyen samimi insanlara ihtiyacı var.
Bir genç kız için genç bir erkeğin pahalı ve marka arabası, marka kıyafetleri, zengin babası kıstas olmamalı. Böyle olduğunda, bunlardan birinin kaybı durumunda aşk bir anda yok oluyor, öfkeye dönüşüyor. Bu, Allah’ın verdiği bir ceza, bir aşağılanma. İnsan, Allah rızası için seviyor olsa sahip olduğu her şeyi kaybetse, fark etmeyecekti. İnanan insan, bu durumu Allah’tan bir imtihan, bir hayır olarak düşünür ve etkilenmez. Dünya hayatına ait her meta, yalnızca Allah sevgisi ile anlam kazanıyor çünkü.
Dünyevi çıkarlara dayanan evliliklerde, eşler birbirlerine karşılıklı olarak tahammül etmeye çalışıyor. Kadın maddi çıkarları nedeniyle onunla evliliğini sürdürmekte olduğunu akıl edemediğinden kocasına, erkek de onu malıyla etkilediğini ve kaybetmesi durumunda terk edeceğini bildiğinden karısına karşı için için bir nefret oluşturuyor. Birbirlerine tahammül etmeye ve ayrıca bunu sezdirmemeye çalışıyorlar.
Tahammül ederken de çeşitli yöntemleri deniyor, birbirlerine hoş görünecek sürprizler yapıyorlar. Ancak hayat boyu rol yapmak, insana acı veriyor. Aslında sevmedikleri halde, samimiyetsizce eşlerin karşılıklı sevgi gösterilerinde bulunmaları dünyanın en büyük belâlarından biri.
Gerçek sevgide ise maddi çıkar ve beklenti olmaz. Aşk ancak Allah aşkından kaynak bulduğunda gerçektir. Çoğu insan aşkın taklidini yapıyor. Çoğu evliliğin maddi yokluklar nedeniyle bittiğine şahit olmuyor muyuz? Ya da çok sevdiği karısını yaşlandığı için terk eden erkeklere… Demek ki yaşananın gerçek aşkla alâkası yok.
Samimiyetsizlik ve yapmacıklık başımızın belası. İnsanın davranışları ve konuşmalarıyla tam anlamıyla kendi olması gerekirken kimileri düşüncelerinde dahi samimiyeti yaşamıyor. Kurnazca tuzak üsluplar kullanarak sevdiğinin tepkilerini ölçmeye çalışıyor. Ne kadar yorucu bir şey! Kendisine böyle oyun oynandığını bilen insan, karşısındaki insanı sevebilir mi?
Allah korkusunun ve sevgisinin yaşanmadığı bir evlilikte insan nasıl mutlu olabilir? Ahiretten önce dünyada cehennem gibi bir ortam. Sürekli yalan söyleyen, birbirine oyun oynayan, taktik geliştiren bu kişilerin mutlu olması mümkün mü? Sürekli aldatmaların yaşandığı bir tiyatro sahnesi gibi… Nefes almadan yalan söyleme üzerine kurulu bir sistem.
İnsan, etrafına kalbindeki Allah aşkıyla bakamayınca, tutkuyu ve sevgiyi kaybediyor. O gücü kaybettiğinde içinde büyük bir boşluk oluşuyor; sevginin yerini artık sıkıntı, azap, korku, panik, gerginlik ve kuşku alıyor. Bu acıdan kurtulmak için alkol ya da uyuşturucu gibi aklı örten, insan bedenine ve ruhuna zarar veren tehlikeli maddeler kullanmayı çözüm gibi görüyor. Sonunda ruhen, bedenen ve maddi yönden çöküşler başlıyor.
Gerçek sevgiyi anlayamayan, tarif edilse de fark edemeyen insanın, bu derinliği kavrayamamaktan ve boşluktan dolayı adeta ruhu yanıp, kavrulur. Münafık ya da müşrik kadın ve erkeklerin ruhları zaten kapkaranlıktır. İki karanlık birleşerek daha siyah, simsiyah bir karanlık meydana getirirler.
İnsanı insan yapan, ruhundaki samimiyetten, o derin ve güzel ahlakından kaynaklanan, Allah’ın mucize olarak kalpte kıldığı sevgi gücüdür. İşte bu Allah aşkıdır, tarif edilemeyen güzellik odur ve insanı en çok etkileyen de…
“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96)
Elif E Bayraktar
Zaten evliliğe “müessese” denmesi, evliliğe nasıl bakıldığını gösteriyor. Evliliği adeta şirket gibi gören bir bakış açısına sahip insanların evliliklerinin de ne derece sağlıklı olacağı açık. Evlenmeye karar veren kadın ve erkeğin, henüz evliliğin başlangıcında birbirlerine güvenmiyor olması korkunç bir durum. Çiftler önce evlilik sözleşmesi imzalıyor, daha evlenmeden boşanma şartları konuşuluyor.
Temeli karşılıklı çıkar ilişkilerine dayanan birliktelikler, zamanla hem kadın hem de erkek için azaba dönüşüyor. Dayanamayacak duruma gelen kadın, ailesine ya da yakınlarına evliliğine ilişkin şikayetlerini dile getirdiğinde ise “herkesin evliliği böyle” sözleriyle karşılaşıyor ve getirilen çözümler de çoğu zaman Kur’an dışı oluyor.
İnsan evleneceği kişiye güven duymak ister. Ancak güven duyabilmek için o kişide Allah sevgisi/korkusu olması gerekir. Allah’tan korkmayan birine insan nasıl güvenebilir? Allah’ın sonsuz gücünün farkında olup kudretini hakkıyla takdir edemeyen zayıf akılda bir insan düşünelim; böyle bir insandan eşi ne bekler?..
Bir insana güvenmek ve –Allah’ın izniyle- sonsuza kadar beraber olacağına ümit bağlamak, vefasızlık yapmayacağına inanmak, dünyanın en büyük nimetlerinden biri. Bu duygu insanların elinden alındı ve insan çok büyük bir nimet kaybına uğradı. Güven ve sadakat yok olunca, geriye de zaten pek bir şey kalmadı.
İnsanlar genellikle yalnızlıktan ve gerçek anlamda hiç dostları olmadığından yakınıyorlar. Günümüz evli eşleri de çoğunlukla dost olamayan ve birbirine güvenmeyen kişiler. Sık sık yalana başvuruyorlar; kadın her an aldatılma ya da terk edilme korkusu içinde yaşıyor, erkek de çıkarları nedeniyle karısının kendisini maddi olarak değerlendirdiğini düşünüyor. Her ikisi de ruhlarına saygı duyulmadığından emin. Oysa insanın gerçek anlamda mutlu olabilmesi için güvendiği, sevdiği ve yalan söylemeyen samimi insanlara ihtiyacı var.
Bir genç kız için genç bir erkeğin pahalı ve marka arabası, marka kıyafetleri, zengin babası kıstas olmamalı. Böyle olduğunda, bunlardan birinin kaybı durumunda aşk bir anda yok oluyor, öfkeye dönüşüyor. Bu, Allah’ın verdiği bir ceza, bir aşağılanma. İnsan, Allah rızası için seviyor olsa sahip olduğu her şeyi kaybetse, fark etmeyecekti. İnanan insan, bu durumu Allah’tan bir imtihan, bir hayır olarak düşünür ve etkilenmez. Dünya hayatına ait her meta, yalnızca Allah sevgisi ile anlam kazanıyor çünkü.
Dünyevi çıkarlara dayanan evliliklerde, eşler birbirlerine karşılıklı olarak tahammül etmeye çalışıyor. Kadın maddi çıkarları nedeniyle onunla evliliğini sürdürmekte olduğunu akıl edemediğinden kocasına, erkek de onu malıyla etkilediğini ve kaybetmesi durumunda terk edeceğini bildiğinden karısına karşı için için bir nefret oluşturuyor. Birbirlerine tahammül etmeye ve ayrıca bunu sezdirmemeye çalışıyorlar.
Tahammül ederken de çeşitli yöntemleri deniyor, birbirlerine hoş görünecek sürprizler yapıyorlar. Ancak hayat boyu rol yapmak, insana acı veriyor. Aslında sevmedikleri halde, samimiyetsizce eşlerin karşılıklı sevgi gösterilerinde bulunmaları dünyanın en büyük belâlarından biri.
Gerçek sevgide ise maddi çıkar ve beklenti olmaz. Aşk ancak Allah aşkından kaynak bulduğunda gerçektir. Çoğu insan aşkın taklidini yapıyor. Çoğu evliliğin maddi yokluklar nedeniyle bittiğine şahit olmuyor muyuz? Ya da çok sevdiği karısını yaşlandığı için terk eden erkeklere… Demek ki yaşananın gerçek aşkla alâkası yok.
Samimiyetsizlik ve yapmacıklık başımızın belası. İnsanın davranışları ve konuşmalarıyla tam anlamıyla kendi olması gerekirken kimileri düşüncelerinde dahi samimiyeti yaşamıyor. Kurnazca tuzak üsluplar kullanarak sevdiğinin tepkilerini ölçmeye çalışıyor. Ne kadar yorucu bir şey! Kendisine böyle oyun oynandığını bilen insan, karşısındaki insanı sevebilir mi?
Allah korkusunun ve sevgisinin yaşanmadığı bir evlilikte insan nasıl mutlu olabilir? Ahiretten önce dünyada cehennem gibi bir ortam. Sürekli yalan söyleyen, birbirine oyun oynayan, taktik geliştiren bu kişilerin mutlu olması mümkün mü? Sürekli aldatmaların yaşandığı bir tiyatro sahnesi gibi… Nefes almadan yalan söyleme üzerine kurulu bir sistem.
İnsan, etrafına kalbindeki Allah aşkıyla bakamayınca, tutkuyu ve sevgiyi kaybediyor. O gücü kaybettiğinde içinde büyük bir boşluk oluşuyor; sevginin yerini artık sıkıntı, azap, korku, panik, gerginlik ve kuşku alıyor. Bu acıdan kurtulmak için alkol ya da uyuşturucu gibi aklı örten, insan bedenine ve ruhuna zarar veren tehlikeli maddeler kullanmayı çözüm gibi görüyor. Sonunda ruhen, bedenen ve maddi yönden çöküşler başlıyor.
Gerçek sevgiyi anlayamayan, tarif edilse de fark edemeyen insanın, bu derinliği kavrayamamaktan ve boşluktan dolayı adeta ruhu yanıp, kavrulur. Münafık ya da müşrik kadın ve erkeklerin ruhları zaten kapkaranlıktır. İki karanlık birleşerek daha siyah, simsiyah bir karanlık meydana getirirler.
İnsanı insan yapan, ruhundaki samimiyetten, o derin ve güzel ahlakından kaynaklanan, Allah’ın mucize olarak kalpte kıldığı sevgi gücüdür. İşte bu Allah aşkıdır, tarif edilemeyen güzellik odur ve insanı en çok etkileyen de…
“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96)
Elif E Bayraktar
YORUMLAR