"İmanla haset kalpte bir arada olmaz" buyurur Peygamber(asm). Kalpte gizlenen çekememezlik olan haset, insanı hem dünyada hem ahirette hüsrâna uğratan duygudur.
Kıskançlık, haset, kibir ve enaniyet, nefse ilahlık vermenin sonucudur; şeytanın en karakteristik özelliğidir. Haset İblis’le başlar; Adem(as)’a karşı hissettiği bu duygu onu Allah’a isyana sürükler. Kabil ile devam eden haset, insanlık tarihi boyunca yaşanan en çirkin duygulardan biridir.
Haset şuuru kapatır, yanlış yollara saptırır. Haset duygusuna esir olan insanın akılcı düşünebilmesi imkânsızlaşır, Kur’an’a ters düşen davranışlar sergiler. Sonuçta; aklı ve vicdanı devreden çıkan kişi, şeytani özelliklere sahip nefsine yenik düşer.
Sorar Rabbimiz; “Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?.. (Nisa Suresi, 54). Başkalarının sahip olduklarına haset etmek Allah'ın iradesine de karşı çıkmak, O'nun yarattığı kaderi beğenmemek anlamında ve dolayısıyla insanı şirke sürükleyen bir duygu. Ve biliriz ki şirk Rabbimizin affetmeyeceği günahtır.
Şirkin ‘ağababası’dır haset. Kaderi anlamamaktır, boğazına kadar şirke batmaktır. Allah bir başkasında olmasında hayır görmüş, sende görmemiştir. Haset eden insan, o an Allah’ı hatırlıyor olabilir mi? Dirayet göstermeli insan, haset içinde kıvrananı da uyarmalı.
İnsan nefsi haset etmeye yatkındır. Hasetten kurtulmak ise nefisle cihaddır. Peygamber(asm), haset duyunca gereğiyle amel etme tavsiyesinde bulunur. O halde bu nefsanî duygunun peşine düşmemek hasetten kurtuluştur.
Haset, rahmetten mahrum ruhu yakar, kavurur adeta eritir. Kalbi arınmaktan alıkoyar, saflığını karartır ve köreltir. Kur'an ahlâkının getirdiği huzuru yaşamak varken, farkında olmadan bu cahiliye ahlakının sıkıntısını yaşayan kimseler, Allah'ın verdiği nimetlerle yetinmeyi ve şükretmeyi akledemedikleri için mutsuz yaşar, azap çekerler. Hep yukarıda olmayı arzu eder, çıkarken birilerinin omuzlarına basar, bazı şeyleri kırar döker ancak düşerken tutunacak dal bulamazlar.
Haset duygusunu yoğun yaşayan kişi, Allah’ın ilhamı olan vicdanının değil, şeytanın sözcüsü olan nefsinin yönlendirdiği yolda sürüklenir. "Var gücüyle kötülüğü emreden" nefsinin insanı sürüklediği yer ise bataklıktır. Kabil’in, kardeşi Habil’i kıskançlık sebebiyle öldürmesi, Hz. Yusuf(as)’ın kardeşlerinin, babalarının ona olan sevgisini kıskanarak öldürmek amacıyla onu bir kuyunun dibine bırakmaları, duygusal bir özellik olan hasedin, ne büyük boyutlarda tehlikeli davranışlara sebep olabileceğine Kur’an’dan önemli örneklerdir.
İnsanı yaratan, sahip olduğu tüm özellikleri veren, ona nimetler lütfeden Allah rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese –dünya hayatındaki imtihan gereği takdir ettiği-nasibini verir. Kimimiz varlıkla, kimimiz yoklukla sınanır, kimimiz alan, kimimiz veren el oluruz. Eksikliklerimiz ya da üstün kılındığımız özellikler, imtihan ortamının birer parçasıdır. Sahip olduklarımızın da yitirdiklerimizin de imtihanın bir sırrı olduğunun şuurunda Allah'tan isteriz; elimizdekilerle şımarmaz, olmayanlar sebebiyle yerinmeyiz. Bu imtihanla, Allah'a yönelip şükredenlerden mi, yoksa Kur'an ahlâkından uzaklaşıp nankörlük edenlerden mi olacağımız ortaya çıkar.
İçten içe yaşanan bu azaptan kurtulabilmek için tüm güzelliklerin, malın, mülkün her şeyin gerçek sahibinin Rabbimiz olduğunu ve tüm bunları insanlara farklı şekillerde vererek kullarını imtihan ettiğini bilmek yetecektir. Böylece her güzellik, insan için haz alınacak birer nimete dönüşür.
"Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan O'nun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir." (Nisa Suresi, 32)
Dünya hayatının geçici bir imtihan mekânı olduğunun bilincinde olan insan, dünyanın geçici süslerine karşı haset ve kıskançlığa kapılmaz. Kayba uğradığında, zahiren kötü görüntülerle yüzleşme zamanında sabırlı ve tevekküllü davranan mümin, imanını ispatlar ve imanından kaynaklanan güzel davranışlarına kendisi de şahit olur.
İman eden insanın hissettiği, yalnızca ‘gıpta’dır. Gıpta etmek, karşısındaki insanı rakip görmesini gerektirmez. Kur’an’ın, “hayırlarda yarışınız" hükmü gereğince mümin, Allah'ın sevgisini ve rızasının en çoğunu kazanmak için çaba gösterir. Ancak bu Rahmanî bir yarıştır, dünya hayatındaki menfaat savaşıyla uzak-yakın hiçbir ilgisi yoktur. Bu yarışta amaçlanan hedef, Rabbimize yakınlaşmaktır. Ve samimi müminler bu yarışta diğer müminlerin de Allah’ın sevgisini kazanabilmeleri için dua ederler. Bilirler ki Allah yolunda aştıkları her vâdi, onları Rablerine daha da yaklaştıracaktır:
Küçük, büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe Suresi, 121)
Rabbimizin hoşnut olacağını umut ettiği hayatı yaşamak için, insan öncelikle nefsini arındırmalı. İnsanlara ve hatta kendisine benlik vermekten çekinmeli, şeytanî bir özellik olan haset konusunda gaflete düşmekten korkmalı. Allah'tan uzaklaştıran tüm bu engellerden, kinden, nefretten, kıskançlıktan kalbini temizlemeli. Haset duygusuna kapılmaktan ve haset edenin şerrinden Allah’a sığınmalı…
"Sabahın Rabbine sığınırım..." (Felak Suresi, 1)
Hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden. (Felak Suresi, 5)
YORUMLAR