Gerçek anlamda dindarlık; samimiyet, doğallık ve içtenliktir. Günümüzde ise samimiyetten uzak, çoğunluğun karakterinin âdeta bir parçası olmuş, yapay tavırlarla kendini gösteren, sessizce yaşanan bâtıl bir ‘din’ yaşanıyor.
Her şeyin en mükemmeline sahip oldukları görüntüsü vermek isteyen bu ‘din’in bireyleri, hiçbir şeyi beğenmiyorlar. Beğenseler dahi belli etmiyor, mutlaka olumsuz eleştiriyorlar. Kimse bir başkasını kendisinden daha akıllı, daha güzel, daha yetenekli, kısacası daha üstün görmüyor.
Onlara göre, ‘hayatın bazı kesin gerçekleri’ vardır. Kendileri bu 'gerçek'leri kavramışlardır; genellikle yanlarında sizin yaşınız kadar insan çalıştırmışlardır ya da siz daha gelirken onlar dönmektedirler(!) Kimi görüşleri ise toplumun büyük kesimlerince benimsenmiş, adeta atasözü haline dönüşmüştür. Mesela ‘büyük balık küçük balığı yutar’, “iyilik yapmak saflıktır”, “doğru söyleyen kaybeder”, “babana bile güvenmeyeceksin”, “para her kapıyı açar”, “köprüyü geçene kadar...” Tüm bu ‘hayatın gerçekleri’ gibi gördükleri prensiplerle yaşamlarına yön veren kişiler, kendilerince 'hayat okulu mezunları'dır.
Bu kimseler toplumda kabul görmek ve insanların gözünde iyi bir yere gelebilmek için belli kuralların uygulanmasını zorunlu görürler. Bulundukları ortamda kendilerince uygun gördükleri davranışlar sergiler, ortama uygun şekilde konuşurlar. Dolayısıyla bu kuralları benimsemiş kimseler içten, rahat ve doğal olamazlar.
Onlara göre bir insan ne kadar özveride bulunursa bulunsun karşılığında, bencillik ve vicdansızlık bulur. Bu yüzden karşılıksız özveride bulunmak "saflık”tır; çünkü kişi hiçbir çıkar talep etmeden iyilik yapmaktadır. Hayatın gerçeklerinin ise kötülüğe kötülükle, sevgisizliğe sevgisizlikle karşılık vermeyi gerektirdiğine inanırlar.
Bu bâtıl sistem, kendine karşı bile samimi olamayan insan modelleri oluşturuyor. Sıkıntı veren bu kuralları, insanlar ne yargılıyor ne de değiştirmeye kalkıyorlar. Çünkü içinde yaşadıkları bu sistemi, 'hayatın asla değişmeyen gerçekleri' olarak görüyorlar.
Hayat okulu mezunları, henüz 'öğrenci' olan gençlere de hayatın gerçeklerini öğretme ve yaşadıkları tecrübeleri anlatarak, onlara kendilerince doğru yolu gösterme çabası içinde, bu yönde telkinler vererek eğitimlerini sürdürüyorlar. Gerçekte ise inancını yaşayan insanların gerçeklerinin, tanımladığım bu bâtıl sistemin gerçekleriyle uzak ya da yakın bir benzerliği bulunmuyor.
'Hayat okulu öğrencileri'nin çocukluk yaşlarında aile ve çevreden almaya başladıkları telkinler, hayat boyu devam ediyor. Yakınlarında bir hayat okulu mezunu bulunduğu sürece, gençlerin eğitim süreci hiç bitmiyor. Gençlerin büyük çoğunluğu bu eğitimcilerden etkilenip modayı takip eder gibi bu kimseleri örnek alıyor.
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yapılan bir araştırmada, Z kuşağı olarak en küçüğü 15 yaşında olan bireylerden elde edilen sonuçlar, gençlerin popüler olma, bir an önce görevinde yükselme, kolay yoldan kazanç elde etme ve kolay harcama, hayattan zevk almayı amaçlama, uğruna zorluk çekeceği hedeflerden kaçınma, geleceğe yatırım yapmak için sıkıntı çekmektense bugünü rahat geçirmeyi tercih etme, kendi ihtiyaçlarına ön planda tutma, başarı için aile iletişimini erteleme, kendi mutluluğunu başka şeylerden daha fazla önemseme gibi davranışları benimsediklerini ortaya koyuyor.
Ailelere çok iş düşüyor. Özellikle de çocuğun ilk öğretmeni olan anneye. Gelecek nesillerin iyi yetişmesi kendini yetiştirmiş anne babalarla mümkün. Anne babalar kişiliklerini, davranışlarını, konuşma biçimlerini Kur’an’da bildirilen üstün ahlâka uygun bir hale getirmeye gayret ettikleri kadar, toplumda yaşanan bu ‘din’e dair konularda da kendilerini eğitmeliler. Böylece düşünce yapıları, kişilik ve karakter özellikleriyle güzel ahlakı yaşayan birer Müslüman olarak, çocukları için rol model olmalılar. Çocuklarına insanın özünün güzel ahlâk olduğunu ve inancın gerçeklerini anlatmalı, onların gerçek anlamda iyi insanlar olmaları için çaba harcamalılar.
Toplumdaki telkinler yönünde yetiştirmemeli çocukları ki içten, samimi, dürüst, güvenilir, saygılı, şefkat ve merhametli olsunlar, ortama göre karakter değiştirmesinler, karşılık beklemeden güzel üslup kullansınlar, güzel sözle gönül alsınlar.
Kesin bilgiyle inandığında, insan, Kur'an ahlâkının dışında bir başka ahlâki sisteme bağlanmaz. Hayat okulu mezunları ve öğrencilerinin yaşadığı atadan- dededen kalan, gelenek ve göreneklerden oluşan din dışı bir sistemin izleyicisi olmaz. Farklı bir "hayat felsefesi" üretmez. ‘Hayatın’ değil yalnızca samimi inancının gerçeklerini yaşar. Çünkü yürünecek yol Allah’ın dosdoğru yoludur ve diğer yollar bâtıldır.
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13)
Elif E. Bayraktar
Her şeyin en mükemmeline sahip oldukları görüntüsü vermek isteyen bu ‘din’in bireyleri, hiçbir şeyi beğenmiyorlar. Beğenseler dahi belli etmiyor, mutlaka olumsuz eleştiriyorlar. Kimse bir başkasını kendisinden daha akıllı, daha güzel, daha yetenekli, kısacası daha üstün görmüyor.
Onlara göre, ‘hayatın bazı kesin gerçekleri’ vardır. Kendileri bu 'gerçek'leri kavramışlardır; genellikle yanlarında sizin yaşınız kadar insan çalıştırmışlardır ya da siz daha gelirken onlar dönmektedirler(!) Kimi görüşleri ise toplumun büyük kesimlerince benimsenmiş, adeta atasözü haline dönüşmüştür. Mesela ‘büyük balık küçük balığı yutar’, “iyilik yapmak saflıktır”, “doğru söyleyen kaybeder”, “babana bile güvenmeyeceksin”, “para her kapıyı açar”, “köprüyü geçene kadar...” Tüm bu ‘hayatın gerçekleri’ gibi gördükleri prensiplerle yaşamlarına yön veren kişiler, kendilerince 'hayat okulu mezunları'dır.
Bu kimseler toplumda kabul görmek ve insanların gözünde iyi bir yere gelebilmek için belli kuralların uygulanmasını zorunlu görürler. Bulundukları ortamda kendilerince uygun gördükleri davranışlar sergiler, ortama uygun şekilde konuşurlar. Dolayısıyla bu kuralları benimsemiş kimseler içten, rahat ve doğal olamazlar.
Onlara göre bir insan ne kadar özveride bulunursa bulunsun karşılığında, bencillik ve vicdansızlık bulur. Bu yüzden karşılıksız özveride bulunmak "saflık”tır; çünkü kişi hiçbir çıkar talep etmeden iyilik yapmaktadır. Hayatın gerçeklerinin ise kötülüğe kötülükle, sevgisizliğe sevgisizlikle karşılık vermeyi gerektirdiğine inanırlar.
Bu bâtıl sistem, kendine karşı bile samimi olamayan insan modelleri oluşturuyor. Sıkıntı veren bu kuralları, insanlar ne yargılıyor ne de değiştirmeye kalkıyorlar. Çünkü içinde yaşadıkları bu sistemi, 'hayatın asla değişmeyen gerçekleri' olarak görüyorlar.
Hayat okulu mezunları, henüz 'öğrenci' olan gençlere de hayatın gerçeklerini öğretme ve yaşadıkları tecrübeleri anlatarak, onlara kendilerince doğru yolu gösterme çabası içinde, bu yönde telkinler vererek eğitimlerini sürdürüyorlar. Gerçekte ise inancını yaşayan insanların gerçeklerinin, tanımladığım bu bâtıl sistemin gerçekleriyle uzak ya da yakın bir benzerliği bulunmuyor.
'Hayat okulu öğrencileri'nin çocukluk yaşlarında aile ve çevreden almaya başladıkları telkinler, hayat boyu devam ediyor. Yakınlarında bir hayat okulu mezunu bulunduğu sürece, gençlerin eğitim süreci hiç bitmiyor. Gençlerin büyük çoğunluğu bu eğitimcilerden etkilenip modayı takip eder gibi bu kimseleri örnek alıyor.
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yapılan bir araştırmada, Z kuşağı olarak en küçüğü 15 yaşında olan bireylerden elde edilen sonuçlar, gençlerin popüler olma, bir an önce görevinde yükselme, kolay yoldan kazanç elde etme ve kolay harcama, hayattan zevk almayı amaçlama, uğruna zorluk çekeceği hedeflerden kaçınma, geleceğe yatırım yapmak için sıkıntı çekmektense bugünü rahat geçirmeyi tercih etme, kendi ihtiyaçlarına ön planda tutma, başarı için aile iletişimini erteleme, kendi mutluluğunu başka şeylerden daha fazla önemseme gibi davranışları benimsediklerini ortaya koyuyor.
Ailelere çok iş düşüyor. Özellikle de çocuğun ilk öğretmeni olan anneye. Gelecek nesillerin iyi yetişmesi kendini yetiştirmiş anne babalarla mümkün. Anne babalar kişiliklerini, davranışlarını, konuşma biçimlerini Kur’an’da bildirilen üstün ahlâka uygun bir hale getirmeye gayret ettikleri kadar, toplumda yaşanan bu ‘din’e dair konularda da kendilerini eğitmeliler. Böylece düşünce yapıları, kişilik ve karakter özellikleriyle güzel ahlakı yaşayan birer Müslüman olarak, çocukları için rol model olmalılar. Çocuklarına insanın özünün güzel ahlâk olduğunu ve inancın gerçeklerini anlatmalı, onların gerçek anlamda iyi insanlar olmaları için çaba harcamalılar.
Toplumdaki telkinler yönünde yetiştirmemeli çocukları ki içten, samimi, dürüst, güvenilir, saygılı, şefkat ve merhametli olsunlar, ortama göre karakter değiştirmesinler, karşılık beklemeden güzel üslup kullansınlar, güzel sözle gönül alsınlar.
Kesin bilgiyle inandığında, insan, Kur'an ahlâkının dışında bir başka ahlâki sisteme bağlanmaz. Hayat okulu mezunları ve öğrencilerinin yaşadığı atadan- dededen kalan, gelenek ve göreneklerden oluşan din dışı bir sistemin izleyicisi olmaz. Farklı bir "hayat felsefesi" üretmez. ‘Hayatın’ değil yalnızca samimi inancının gerçeklerini yaşar. Çünkü yürünecek yol Allah’ın dosdoğru yoludur ve diğer yollar bâtıldır.
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13)
Elif E. Bayraktar
YORUMLAR