Kohezyon, aynı cins moleküllerin arasındaki çekim kuvvetine deniyor. Kohezyon sıvı ve katı maddelerde görülüyor, gazlarda ise ihmal edilebilecek kadar küçük. Bu maddelerin moleküllerindeki pozitif ve negatif yükler arasında oluşuyor. Bağların ömrü saniyenin trilyonda biri kadar; ancak komşu moleküller arasında sürekli yeni bağ kuruluyor ve bu da bileşiği bir arada tutuyor. Bu olgu sonucunda sıvılardaki yüzey gerilimi adı verilen olgu meydana geliyor.
Bir maddenin molekülleri ile diğer bir maddenin molekülleri arasında da çekme kuvvetleri mevcut ve buna da adhezyon adı veriliyor. Bir bardak içerisindeki suyu ele aldığımızda; su moleküllerinin kendi aralarındaki çekme kuvvetleri kohezyon, bardak molekülleri ile su molekülleri arasındaki çekim kuvvetleri ise adhezyondur.
Islaklık hissi de doğal olarak bu iki kuvvet arasındaki etkileşim ile ilişkili. Hatta kimya ve fizikte “ıslaklık” veya “ıslanma” bu kuvvetler arasındaki bağıntıya göre adlandırılıyor. Adhezyon kohezyondan büyükse ıslanma koşulu, kohezyon adhezyondan büyükse ıslanmama koşulu var anlamına geliyor.
Mesela kohezyonu çok yüksek olan civa cam bir kaba konulduğunda, camın çeperlerine yapışmıyor.
…
Bu bilgiler akla şöyle bir soru getirmiyor mu?
Ya suyun kohezyon kuvveti civa kadar yüksek olsaydı?
Eğer böyle olsaydı, ıslanamadığımız için ne banyo yapabilirdik ne de giysilerimizi yıkayabilirdik. Kısacası hayat kaynağımız olan sudan yararlanamazdık.
Suyun akışkanlığı tam da canlıların kullanabileceği oranda. Bu, vücudumuzu mikrop ve virüslere karşı koruyan akyuvarların da hareketine imkân tanıyor. Eğer su daha yoğun olsaydı kan daha yoğun olacak ve akyuvar hücrelerinin damarlarımızdaki dolaşımı güçleşecekti. Ayrıca kalbin kanı pompalaması olumsuz etkilenecek ve bunun için gerekli enerji karşılanamayacaktı.
Suyun bu akışkanlık değerinin bizim için önemini Prof. Denton şöyle açıklıyor:
"Eğer akışkanlığı daha yüksek olsaydı, su, hayat için uygun bir temel olma özelliğini kesinlikle yitirirdi. Örneğin akışkanlığı sıvı hidrojen kadar yüksek olsaydı, canlıların yapıları, tahrip edici etkiler karşısında çok daha şiddetli hareketlere maruz kalacaktı... Hassas moleküler yapıların su tarafından desteklenmesi mümkün olmayacak, canlı hücresinin son derece hassas olan yapısı yaşamını sürdüremeyecekti...
Öte yandan, suyun akışkanlığı biraz daha az olsaydı, (proteinler, enzimler gibi) makromoleküllerin ve özellikle mitokondri gibi özelleşmiş yapılar ile küçük organellerin kontrollü hareketleri imkansız hale gelecekti. Aynı şekilde hücre bölünmesi de imkânsızlaşacaktı. Hücrenin tüm yaşamsal faaliyetleri fiili olarak donacak ve bizim bildiğimize benzer bir hücre yaşamı mümkün olmayacaktı. Hücrelerin embriyogenez (anne rahmindeki gelişim) sırasındaki hareket etme ve sürünme yeteneklerine bağlı olan daha yüksek organizmaların gelişimi ise, suyun akışkanlığının çok az bile daha düşük olması durumunda, kesinlikle gerçekleşemeyecekti. (*)
…
Bitkiler için de aynı özellikler geçerli. Suyun akışkanlığı daha zayıf olsaydı, bitkilerin kıl inceliğindeki borularının içinde ilerleyemeyecek ve bitki hayatı için gerekli maddeleri taşıyamayacaktı.
Ve yine su daha yoğun olsaydı akarsuların akışı farklılaştığından dağ oluşumları değişecek, vadiler, verimli ovalar oluşmayacak, kayalar parçalanıp toprakları meydana getiremeyecekti.
Sıvıların akışkanlıkları arasında milyarlarca kat farklılıklar vardır. Ancak bir örnek edinmeksizin yaratan Allah, bu milyarlarca farklı akışkanlık değeri içinde suyu tam olması gereken ideal değerde ve en uygun özellikleriyle yaratmış, hizmetimize vermiştir. Şüphesiz rahmeti ve ilmi her şeyi kuşatan Yüce Allah’ın bu mükemmel yaratmasında bir hikmet ve bir amaç vardır:
... O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeylere en ayrıntılı ölçülerle düzen vermiştir.
(Furkan Suresi, 2)
Elif E. Bayraktar
(*) Michael Denton, Nature's Destiny, s. 33.
Bir maddenin molekülleri ile diğer bir maddenin molekülleri arasında da çekme kuvvetleri mevcut ve buna da adhezyon adı veriliyor. Bir bardak içerisindeki suyu ele aldığımızda; su moleküllerinin kendi aralarındaki çekme kuvvetleri kohezyon, bardak molekülleri ile su molekülleri arasındaki çekim kuvvetleri ise adhezyondur.
Islaklık hissi de doğal olarak bu iki kuvvet arasındaki etkileşim ile ilişkili. Hatta kimya ve fizikte “ıslaklık” veya “ıslanma” bu kuvvetler arasındaki bağıntıya göre adlandırılıyor. Adhezyon kohezyondan büyükse ıslanma koşulu, kohezyon adhezyondan büyükse ıslanmama koşulu var anlamına geliyor.
Mesela kohezyonu çok yüksek olan civa cam bir kaba konulduğunda, camın çeperlerine yapışmıyor.
…
Bu bilgiler akla şöyle bir soru getirmiyor mu?
Ya suyun kohezyon kuvveti civa kadar yüksek olsaydı?
Eğer böyle olsaydı, ıslanamadığımız için ne banyo yapabilirdik ne de giysilerimizi yıkayabilirdik. Kısacası hayat kaynağımız olan sudan yararlanamazdık.
Suyun akışkanlığı tam da canlıların kullanabileceği oranda. Bu, vücudumuzu mikrop ve virüslere karşı koruyan akyuvarların da hareketine imkân tanıyor. Eğer su daha yoğun olsaydı kan daha yoğun olacak ve akyuvar hücrelerinin damarlarımızdaki dolaşımı güçleşecekti. Ayrıca kalbin kanı pompalaması olumsuz etkilenecek ve bunun için gerekli enerji karşılanamayacaktı.
Suyun bu akışkanlık değerinin bizim için önemini Prof. Denton şöyle açıklıyor:
"Eğer akışkanlığı daha yüksek olsaydı, su, hayat için uygun bir temel olma özelliğini kesinlikle yitirirdi. Örneğin akışkanlığı sıvı hidrojen kadar yüksek olsaydı, canlıların yapıları, tahrip edici etkiler karşısında çok daha şiddetli hareketlere maruz kalacaktı... Hassas moleküler yapıların su tarafından desteklenmesi mümkün olmayacak, canlı hücresinin son derece hassas olan yapısı yaşamını sürdüremeyecekti...
Öte yandan, suyun akışkanlığı biraz daha az olsaydı, (proteinler, enzimler gibi) makromoleküllerin ve özellikle mitokondri gibi özelleşmiş yapılar ile küçük organellerin kontrollü hareketleri imkansız hale gelecekti. Aynı şekilde hücre bölünmesi de imkânsızlaşacaktı. Hücrenin tüm yaşamsal faaliyetleri fiili olarak donacak ve bizim bildiğimize benzer bir hücre yaşamı mümkün olmayacaktı. Hücrelerin embriyogenez (anne rahmindeki gelişim) sırasındaki hareket etme ve sürünme yeteneklerine bağlı olan daha yüksek organizmaların gelişimi ise, suyun akışkanlığının çok az bile daha düşük olması durumunda, kesinlikle gerçekleşemeyecekti. (*)
…
Bitkiler için de aynı özellikler geçerli. Suyun akışkanlığı daha zayıf olsaydı, bitkilerin kıl inceliğindeki borularının içinde ilerleyemeyecek ve bitki hayatı için gerekli maddeleri taşıyamayacaktı.
Ve yine su daha yoğun olsaydı akarsuların akışı farklılaştığından dağ oluşumları değişecek, vadiler, verimli ovalar oluşmayacak, kayalar parçalanıp toprakları meydana getiremeyecekti.
Sıvıların akışkanlıkları arasında milyarlarca kat farklılıklar vardır. Ancak bir örnek edinmeksizin yaratan Allah, bu milyarlarca farklı akışkanlık değeri içinde suyu tam olması gereken ideal değerde ve en uygun özellikleriyle yaratmış, hizmetimize vermiştir. Şüphesiz rahmeti ve ilmi her şeyi kuşatan Yüce Allah’ın bu mükemmel yaratmasında bir hikmet ve bir amaç vardır:
... O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeylere en ayrıntılı ölçülerle düzen vermiştir.
(Furkan Suresi, 2)
Elif E. Bayraktar
(*) Michael Denton, Nature's Destiny, s. 33.
YORUMLAR