Hafta içi internete düşen iki ayrı fotoğrafa bakıp okumaya çalışıyorum. Biri 1942 yılında Yunanlı mülteci bir çocuğa yiyecek ve giysi veren Suriyeli bir kadının, diğeri kadın, yaşlı, çocuk demeden biber gazı ve göz yaşartıcı bomba atan Yunan askerinin öldürdüğü Suriyeli mülteci gencin resmi. Mehmet Akif’in ‘tek dişi kalmış canavar’ ifadesi son dönemde artık bu tür resimlerle örtüşüyor.
"İnsan hakları" sorunu tarih boyunca insanlığın çözüm bekleyen ciddi sorunlarından biri ve bu sorun hâlâ devam ediyor. Çünkü sadece bir ambalaj, çünkü içi boş. "Özgürlük ve eşitlik" kavramlarının tüm insanlığı kapsamına alması ancak adaletle ve merhametle mümkündür. Adalet ve merhamet duygusuna sahip olmayanların insanlığa verebilecekleri hiçbir şey yoktur.
İnsan hakları eşitlik, kardeşlik ve özgürlük vaadiyle iyi niyetli olarak ortaya çıkmış olsa da tutarlı olamadı, kuşatıcı olamadı, gerçekliği olamadı. İçindeki adalet ve merhamet eksikliğini çifte standart ve ikiyüzlülük doldurdu.
İnsan Hakları konusundaki çifte standardı ve ikiyüzlülüğü en çok da mülteci politikaları üzerinden görüyoruz. Sınırlara tel çekenler, duvar örenler, yaklaşanları etkisiz hale getirenler insan haklarını ihya edebilir mi?
Yurt dışından nadir de olsa Müslüman göçmenler için protesto yürüyüşü yapan insanların haberleri geliyor. Elbette batıya yönelik yapılan eleştirilerin muhatabı merhamet sahibi ve vicdanlı insanlar değil, kimi devletlerin gözlerimizin önünde yaptığı vahşi uygulamalarıdır.
Medeniyetler ancak merhametle yaşanabilir hale gelebilir. Toplumun bireyleri kendi nefislerinde bu şuurla yaşamalı ki toplum huzur bulsun. Merhamet olmadığında yaşanacak olan zulümdür; kargaşa, kan ve gözyaşıdır. Bugün güvenini ve yaşama sevincini yitirmiş insanların baskı ve zulüm altında yaşam sürmeleri de hep bu merhametsizlik nedeniyledir.
Hedefinde Allah rızası ve insanın mutluluğu olmayan merhametten yoksun medeniyetlerde, "biz değil, ben" vardır, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" anlayışı hâkimdir. Materyalist görüşün hâkim olduğu medeniyetler insana asla mutluluk vermez.
Batı’nın insan hakları tarihi tüyler ürperten olaylarla doludur. Bunlardan biri de ‘insanat bahçeleri’dir. 1800’lerin sonları ve 1900’lerin başlarında Avrupa’da Afrikalı, Kızılderili, Aborjin gibi topluluklardan tutsak edilen insanlar ‘insanat bahçesi’ adı verilen yerlerde evrim teorisi yanlıları tarafından ara geçiş formu oldukları iddiasıyla birer hayvan gibi sergilenmişti. Buralardaki 400 tutsağı, 18 milyon insan ziyaret etmişti. Kısa süre sonra bu insanlık ayıbı Kuzey Amerika’da da sürmüştü.
Darwin, bazı insan ırklarını olabildiğince aşağılıyor, kendi sapkın düşüncelerine göre "aşağı ırk" olarak gördüğü milletlerin yok edilmesini öngörerek, hem evrim teorisinin ırkçılığa verdiği desteği gösteriyor, hem de sonraki dönemlerde meydana gelecek olan ırk savaşlarının, katliamların ve soykırımların sözde bilimsel temelini oluşturuyordu.
“Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini görüyorum” diyerek Türk düşmanlığını vurguluyordu.
Darwinizm hayatın acı bir gerçeğidir. Dünyaya vahşi komünizmi, vahşi faşizmi getirip dünyayı mahvetmiş, insanlardan sevgiyi, şefkat ve merhameti almış Deccalî bir ‘gerçek’…
Rahmanî olan, merhamettir. İnsanın huzur ve mutluluğunu hedef edinmiş olan medeniyetler, merhamet hamuruyla yoğrulmuş medeniyetlerdir.
Merhamet Medeniyeti Osmanlı
Osmanlı Devleti için en büyük hedef İslam'ın adaletini ve ahlakını dünyaya yaymaktı. Fethettiği topraklarda, Kur'an'ın buyruğu gereği hiçbir zor ve baskı kullanmadan İslam ahlâkını hâkim kılmıştır. Yalnızca Müslüman ve Türklerin değil, kendisine tabi olan farklı dil ve dinden tüm insanların rahatını ve mutluluğunu gözetmiştir.
Osmanlı padişahları, "Eğer müşriklerden biri senden eman isterse ona eman ver, öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun. Sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. (Tevbe Suresi, 6) ayeti gereği, kendilerinden yardım isteyen ihtiyaç içindeki kimselere de -inançsız dahi olsa- yardımcı olmuşlardır.
Topraklarında yaşayan insanların tümü, İslam'ın halifesi olan padişaha emanetti. Farklı inançlara sahip bireyler, kendi inançlarına ve hukuklarına uygun olarak özgürce ve güven içinde yaşamışlardı.
Yeryüzünde yaşanan zulmün durması için yapılması gereken Allah'ın buyruğu gereği Osmanlı gibi adaleti ayakta tutmak, farklı din, millet ve mezheplere mensup insanların kimliklerini değiştirmeye kalkışmamak, onlara, haklarına ve inançlarına saygılı olmaktır.
Biz hep öyle yaptık. “Barbar” denilen Türkler, milyonlarca mülteciye kapısını açıp ekmeğini bölüştü. Çünkü canını kurtarmak amacıyla geleni korumak Müslüman için farzdır. Türkiye, Kur’an’dan öğrendiği merhameti yıllardır en güzel şekilde Suriyeli kardeşlerimize gösteriyor. Devletimiz büyüklüğünü gösterdi, hiç tereddüt etmeden kucağını ve gönül kapılarını açarak tüm dünyaya insanlık dersi verdi. Uygulamada bazı eksiklikler olsa da Allah’ın izniyle kendi tarihine yakışanı yaptı.
Bugün gördük ki asıl barbarlar yurtlarından çıkarılmış mültecileri görmezden gelenlermiş. Ufacık çocukları bile demir sopalarla döven, bu soğukta mültecileri Meriç’in sularına atanlarmış.
Mültecilere karşı merhametsizlik göstermek vicdansızlıktır. Merhametli olduğumuz müddetçe Allah da bize merhamet eder, bizi korur, nimet ve güzellikleri artırır.
Nefis nefrete, öfkeye, kine daha yatkındır; daima savaşı ister. İrade ve akılla dostluk, kardeşlik elde edilir. Sonuna kadar adaleti, insan haklarını, barışı, kardeşliği savunmak samimi imanla olur.
Allah, Peygamberimiz(asm)’ın kalpleri imana ısındıran ve güzel ahlâka yaklaştıran sevgisini, ince düşüncesini ve şefkat ve merhametini insanlığın kalbine raptetsin, o “İlâhi rahmetin parıltısı” ile ruhları aydınlatsın…
Çünkü; “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”
YORUMLAR