O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Ölümü gerçekten de az düşünüyoruz. Oysa ölüm, hem mütevazı olmamıza hem de Allah korkumuzun artmasına sebeptir. Bizi sığlarda çırpınmaktan kurtarır, derin düşünmemizi ve dengeli yaşamamızı sağlar. Ölüm olmasaydı, insan aczini tam olarak kavrayamazdı. Kendisini kontrol etmesi zorlaşırdı.
Ölüme direnmek imkânsız. Ölüm konusundan kaçarak, düşünmeyerek mutlu olacağımızı zannediyoruz. Oysa ölümü sıkça düşünmek, bizi dünyaya ve metaına hırsla bağlanmaktan alıkoyar.
İnsan ölümü ve ahireti düşünürse hayatının cehenneme döneceğini düşünür. Oysa tam aksidir; sürekli Allah korkusuyla, Allah sevgisiyle yaşar ve ölümü sürekli düşünürse kalbi de ruhu da adeta cennet içinde olur.
Bir başlangıcımız var kuşkusuz ancak sonumuz yok. Ölüm bizim değil, yalnızca dünya hayatımızdaki imtihanın sonu. İnsan dünyaya gelir, çocukluk safhasını yaşar, gelişir. Orta yaş, ihtiyarlık derken, zaman da hızla ölüme doğru akmaya devam eder.
Bediüzzaman’a göre ölüm ne bir fenâ, ne bir izmihlâl, ne de bir kaybolup gitmedir. Sadece bir tahavvüldür, daha mükemmel ve daha şerefli bir âleme nakildir.
"İnsanlar fenâ için yaratılmışlardır. İçlerinden bazıları bunu yok olup gitme olarak kabul eder. Şüphesiz ki insanlar amel dünyasından, şekavet veya saadet alemine nakledilirler." (Ebu'l-Ulâ el-Maarrî)
Allah’ın varlığı apaçık ortada olduğu halde çoğunluk gaflette yaşam sürüyor. Kur'an ayetlerinde, çoğunluğa uymanın Kendi yolundan saptırdığına dikkat çekiyor Rabbimiz. O halde çoğunluğa göre hareket etmek yanılgıdır. Allah, “yapayalnız, tek başına Bana geleceksiniz” (Meryem Suresi, 95) buyuruyor. Allah'ın huzuruna annemiz, babamız, eşimiz ya da sosyal paylaşım sitelerindeki arkadaşlarımızla çıkmayacağımız açık.
Genellikle hastalık ya da yaşlılık sonucu ölümün geleceğini zannederiz. Ancak Allah, genç ve sağlıklıyken, ayaktayken, konuşurken ya da en eğlendiği anda da aniden insanın canını alabilir. Uzun bir sürece, yaşlanmaya ya da hastalanmaya ihtiyaç yoktur.
Allah'ın sınırlarını çiğnerken canının alınması ise insan için müthiş bir şoktur. Barınma yurdunun sonsuz azap olduğunu gördüğünde ise insanın yaşadığı şok katlanır. Allah'ın huzurunda başı öne eğilmiş olarak: "... Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız..." (Secde Suresi, 12) diye yalvarır. Ama kabul edilmez. Allah, "... geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir..." (En'am Suresi, 28) buyurur. Çünkü kişiye unutturulur. Unutturulduğu için dönse de azgınlığına kaldığı yerden devam edecektir.
Öldüğünde kişi kendisi için hazırlanan mezarına, iki buçuk metre toprağın altına konur. Üzerine kürek kürek toprak atılır. Bundan sonra artık toplumla bağlantısı biter. Simsiyah karanlığın içinde arkadaşları bakterilerdir. Akşam, yemeğini sindirmeye yardımcı olan enzimler, öldükten üç gün sonra onu yok etmeye başlarlar. Bedeni, iç ve dış etkilerle hızlı bir parçalanma sürecine girer. Her geçen dakika bedeni daha da tanınmaz hale gelir.
Dünyanın en yakışıklı erkeği veya en güzel kadını da olsa, aynı sona uğrar. Oradan artık ne arkadaşları ve yakınlarıyla haberleşebilir ne internette çetleşebilir. Marka giysileri, ayakkabıları, otomobili, holdingi hepsi arkasında kalır. Eşyaları dağıtılır, iş yerinde işçiler çalışmaya devam eder, ölmeden önce aldığı binlerce tl tutarındaki siparişleri hazırlarlar. O ise ayakları ve çenesi bağlı, beyaz beze sarılmış, toprağın altındadır. Arkasında bıraktığı yakınları onun için helva yapıp birlikte yerken, onun 'ben' dediği bedeni, korkunç ve iğrenç bir şekilde yavaş yavaş yok olmaya başlar.
İnsan vücudunun öldükten sonra- Allah'ın dilemesiyle- bu ürkütücü hale gelmesinde çok büyük bir hikmet vardır. İnsan et ve kemikten ibaret değildir, bedeninin dışında ayrı bir varlıktır. Bedeni yalnızca kendisine giydirilmiş geçici bir kılıftır. Bedenimizin ölüm sonrası alacağı ibret verici durumuna bakmalı, dünyada sonsuza dek yaşayacakmış gibi sahiplendiğimiz bedenimizin sonu hakkında tefekkür etmeliyiz.
Ölüm, inananlar için Rabbine kavuşma yönünde büyük bir nimet iken, inanmayanlar için büyük bir şok, büyük bir belâdır.
Yaşadıklarımız gibi yaşayacağımız yıllar da aynı hızla geçecek unutmayalım. Ki yavaş da geçse ölüm sonunda bizi bulacak...
"Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." ( Cum'a Suresi, 8 )
YORUMLAR