Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: "Ya onlar, hiçbir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?" De ki: "Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz." (Zümer Suresi, 43-44)
Kimi insanlar Allah''ın huzuruna getirildikleri o gün, bir şefaatçinin arkasına sığınacaklarını ve o şefaatçinin, günahlarını yükleneceğini, onları savunacağını, Cennet’lerine vesile olacağını zannederler. Bu sebepledir ki yaşadıkları sürece şefaatçilerinin rızasını gözetirler. Bu sadece zandır. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. (Bakara Suresi, 286)
O gün geldiğinde samimiyet üzerine kurulmamış olan tüm dostluklar biter. Kimse bir başkasının günahını yüklenemez. “Hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez… (Fatır Suresi, 18)
Rabbinden uzak yaşayanlar için o gün ne bir yardımcı ne de bir şefaatçi bulunmaz. Kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir destek, hiçbir alış-veriş yoktur. Hiçbir fidye kabul edilmez.
… Onunla (Kur'an'la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz... (Enam Suresi, 70)
Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları o gün; herkes bir çağırıcıya uyar. Bütün yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durur. Allah’a karşı sesler kısılır. Rahman'ın kendilerine izin verdikleri dışında kimse konuşamaz. Dünyada haddini aşan, azgınca bağıra çağıra konuşanlar, korkudan fısıltıyla konuşur. Artık bir hırıltıdan başka bir şey işitilmez. O gün, Rahman olan Allah'ın, sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz. Konuşmasına izin verilen de doğruyu söyler. Allah, Peygamberlerinin, elçilerinin ve razı olduğu samimi kullarının orada ne söyleyeceklerini bilir. Allah zaten bilir ve bir güzellik olsun diye söyletir.
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' Bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. (En'am Suresi, 94)
O gün, herkes ilk defa yaratıldığı gibi 'teker teker” Rabbine sunulur. İnsanın, dünyaya dair sahip olduğunu zannettiği her ne varsa arkada kalır. Akrabaları, ailesi, arkadaşları, dostları; tümü. Gerçekten ortaklar olduğunu zannettiği ‘şefaatçiler’i de yanında değildir. Kurtarıcısı olarak gördüğü, hakkında zanlar beslediği, Cehennem’den kurtarıp, Cennet’e sokacağını düşündüğü ‘put’ları da. Allah ile arasındaki bağlantı olduğunu zannettiği ama gerçekte onu şirke sürükleyenlerle aradaki bağları da “parçalanıp-koparılır”.
Kur’an’da şefaat konusundaki âyetler, ahirette kimsenin yardım etmeye güç yetiremeyeceğinin bilincinde, dünya hayatında elimizden gelenin en fazlasını yapmamıza dair bize öğüt ve uyarıdır. Kulunun günahlarını ancak Allah bağışlar.
Allah, "Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makama sokarız. (Nisa, 31) buyurup bizi uyarırken, hesap günü büyük günahları bağışla(t)ma hakkını/hükmünü Peygamberimiz(asm)'a veriyor olabilir mi?;
“Benim şefaatim, ümmetimden kebire sahiplerinedir /büyük günah işleyenleredir”. [Tirmizi, Kıyame, 11]
Kaldı ki Peygamberimiz (asm)’a kimlere şefaat edeceği sorulduğunda, "benim şefaatim, dili kalbini tasdik ederek yürekten kelime-i tevhidi getirenleredir" buyuruyor.
Allah Rakıb’dır; bütün varlıklar üzerinde gözcü olan, bütün işleri kontrolü altında tutandır. Habir’dir; her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdardır. Hiç kimse bilgi bakımından Allah’ı kavrayıp kuşatamaz. Allah’ın bilmediklerini bilen yoktur ki o gün Allah’a gerekçeler açıklayarak ceza vermekten vazgeçirip, sonucu değiştirsin. Allah Adil olan, adaleti emredendir. Hakem’dir Allah; hükmeden, hakkı yerine getirendir.
Şefaati, 'Allah’ın azabından kurtarma' gibi anlamamalı. Hiç kimse bir insanı Cehennem’den çıkarıp Cennet’e koyamaz. Şefaatin tümü Allah'ındır. Allah seçtiği kuluna şefaat izni vermeyi dilerse, onu da bir güzellik, bir şeref olarak yaratır.
Göklerde İlah ve yerde İlah O'dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü Kendisi'nin olan (Allah) ne Yücedir. Kıyamet-saatinin ilmi O'nun Katındadır ve O'na döndürüleceksiniz. O'nun dışında taptıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka. (Zuhruf Suresi, 84-85-86)
Din gününün sahibi olan Allah Müstean’dır; Kendisine ihtiyaç olunan ve Kendisinden yardım beklenendir. Gaffar’dır; mağfireti, bağışlaması çok olandır. Lâtif’dir; lütuf sahibi, lütfedici olandır. Kurtuluşumuz Rabbimizin şefaati iledir. Allah merhamet edenlerin en merhametlisidir. O'ndan daha merhametlisi mi var?..
Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (Bakara Suresi, 48)
YORUMLAR