… Size orada (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)
Kullarına karşı sonsuz merhamet sahibi olan Allah, insanları elçileri aracılığıyla doğru yola davet eder, hidayet yolunu bulmaları için uyarı ve hatırlatmalarda bulunur. Dünya hayatında her insana öğüt alabileceği kadar vakit verilir, doğrular anlatılır.
Elçiler, gönderildikleri toplumlar için çok büyük bir lütuftur; insanlara bilmediklerini öğretir, huzur, güvenlik, barış ve adalet dolu bir hayatın nasıl mümkün olabileceğini anlatırlar. Ancak elçilerin kendileri için ne büyük bir rahmet olduğunu takdir edip samimi imana yönelen çok az sayıda insan olur. Kimileri elçiyi ve imanı hiç kabul etmez, kimileri de vicdanlarında elçilerin anlattıklarına kanaat getirdikleri halde, Kur’an'da bildirilen gerçek samimiyeti yaşamaya yanaşmaz. Elçilerin, insanların iman etmelerinden, dünyada ve ahirette mutlu olmalarından kişisel hiçbir çıkarları olmadığı halde, insanları cahiliye hayatından kurtarıp hidayetlerine vesile olmak için hayatları boyunca çok samimi bir mücadele yürütürler. Bunun için türlü yöntemler kullanırlar ancak her dönemde inkarda direnenlerin sayısı fazla olur.
Fıtrat olarak Rabbini bilip tanımaya ve imana yatkın yaratılmış insan, şeytanın telkinlerine ve nefsinin tutkularına aldandığı, dünya hayatının çekici süslerinin ardında hırsla koştuğu için sıkıntı içinde yaşar. Allah ona yakınken o yüz çevirir; bu yüzden henüz dünya hayatında azabı başlar. İnkârcı için dünya ve ahiret hayatının her anı ayrı bir acıdır, her anı ayrı bir azaptır.
Furkan Suresi'nde, “O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir ve O’na döndürülecekleri gün yaptıklarını kendilerine haber verilecektir. Allah her şeyi bilendir.” buyrulur. Hepimiz sonunda Rabbimize döndürüleceğiz. Döndürüldüğümüz O gün, dünya hayatındaki tüm konuşmalarımızı, davranışlarımızı ve görüntülerimizi içine alan bir kitap verilir elimize. Bütün yapıp-ettiklerimiz bize gösterilir. O kitap küçük-büyük demeyip her şeyi sayıp döker.
İman edenlerin kitabı sağ ellerine, iman etmeyenlerin ise sol ellerine verilir. Kitabını sağ eline alan mutludur. Önünde ve sağ yanında ışık vardır. Cennet ehli olduğunu şiddetle umut eder. Zaten ölüm anında da canının ölüm melekleri tarafından güzellikle ve selamla alınmasından her şeyin zincirleme çok iyi gideceğini anlamıştır. İnsan ölüm anında canının yanacağını, korkacağını düşünür. Ancak Allah, ölüm şekli nasıl olursa olsun, iman sahibine bu duyguları hissettirmez. Çünkü imtihanı bitmiştir ve artık zorluk, sıkıntı ve çilenin bir gereği yoktur.
Ahirette de herhangi bir korku, ürperti, tedirginlik yaşamak iman sahibi için söz konusu değildir. Ancak küfrün, tam aksine yaşadığı her an sıkıntı, acı ve azaptır. Canının, yüzüne ve sırtına vurularak alınması ayrı bir acıdır, ahirete gidiş anı ayrı bir acıdır, cehennemin kenarında beklediği an ayrı bir acıdır, sürüklenerek ve aşağılanarak yüzükoyun azaba götürülmesi apayrı bir acıdır. Bundan sonra onu bekleyen ise yüreklere tırmanan, pişmanlık dolu sonsuz bir acı ve sonsuz bir azaptır.
Âdeta yaşayan bir canlı gibidir Cehennem; kafirlere karşı öfke, nefret ve intikam hissi ile dolu bir canlı. Öyle ki yaratıldığı ilk günden beri, o intikam anını bekler. Delicesine insana susamıştır; görevini yapacak, yalancılara acıların en büyüğünü verecektir.
Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" (Mülk Suresi, 8)
Cehennemin gazabını tarif eden yukarıdaki Kur’an ayetindeki sırrı, Bediüzzaman şöyle izah ediyor;
"İşte şirk ve küfür cinayeti, kâinatın bütün kemâlâtına(mükemmel özelliklerine) ve ulvî hukuklarına ve kudsî hakikatlerine bir tecavüz olduğu cihetle(yönüyle)dir ki, ehl-i şirk ve küfre karşı kâinat kızıyor ve semâvât ve arz hiddet ediyor ve onların mahvına anâsır ittifak edip(kâinattaki unsurlar birleşip), kavm-i Nuh (aleyhisselâm) ve Âd ve Semud ve Firavun gibi ehl-i şirki boğuyor, gark ediyor(boğuyor). "Neredeyse öfkeden parçalanacak."(Mülk, 8) âyetinin sırrıyla, Cehennem dahi ehl-i şirk ve küfre öyle kızıyor ve kızışıyor ki, parçalanmak derecesine geliyor. Evet, şirk kâinata karşı büyük bir tahkir(hakaret) ve azîm bir tecavüzdür. Ve kâinatın kudsî vazifelerini ve hilkatin(yaratılışın) hikmetlerini inkâr etmekle şerefini kırıyor." (Şuâlar, 2. Şuâ)
Dünyada yaşanan hiçbir azap ve hiçbir acı, kapıları sonsuza kadar kilitlenmiş o mekândakiyle mukayese bile edilemez. Her hücresi acı duyar insanın. Azabı tüm duyularıyla yaşar. Gözleri en iğrenç görüntüleri görür, kulakları en iğrenç sesleri işitir, burnu en iğrenç kokuları alır, dili en iğrenç tatları tadar, derisi kavurucu azabı hisseder. Yok olmayı ister ancak ne ölür ne de dirilir.
En büyük acı da azabın bitmeyecek olduğunu bilmesidir. Sonsuza kadar pişmanlıkla ve ümitsizce acıyı yaşayacak olmasıdır. Bu acının ne bir benzeri ne de çıkış için bir yol yoktur…
(Onlara) hatırlatma (yapılmıştır), Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 209)
YORUMLAR