Haset, insanın bir başkasında olanın kendisinde de olmasını, ama olamayacaksa onda da olmamasını istemektir. Ne kadar ilkel ve bir o kadar da tüketici, yıkıcı, yok edici bir duygu insan için. Kalpte gizlenen çekememezlik olan haset, insanı hem dünyada hem ahirette hüsrâna uğratan kirli duygu.
Kıskançlık, haset, kibir ve enaniyet, nefse ilâhlık vermenin sonucudur; şeytanın en karakteristik özelliğidir. Haset İblis’le başlar. Enaniyeti yüzünden Hz. Adem (as)'ın üstünlüğünü kıskanma duygusu onu Allah’a isyana sürükler.
Cenap Şahabettin "Haset, başkasının balını kendi ağzına zehir etmektir" diyor. Zehirli bir dua adeta haset. Şuuru kapatıyor, insandaki pozitif sistemi çalıştırmıyor, yanlış yollara saptırıyor. Bu duyguya esir olan insanın akılcı düşünebilmesi imkânsızlaşıyor, garip davranışlar sergiliyor. Sonuçta; aklı ve vicdanı devreden çıkan kişi, şeytani özelliklere sahip nefsine yenik düşüyor. Ancak Allah panzehri de işaret ediyor; Kendisine sığınmak.
Soruyor Rabbimiz; “Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? (Nisa Suresi, 54). Başkalarının sahip olduklarına haset etmek Allah'ın iradesine de karşı çıkmak, O'nun yarattığı kaderi beğenmemek anlamında ve dolayısıyla insanı şirke sürükleyen bir duygu. Ve biliyoruz ki şirk Rabbimizin affetmeyeceği günah.
Şirkin ‘ağababası’dır haset. Kaderi anlamamak, boğazına kadar şirke batmaktır. Allah bir başkasında olmasında hayır görmüş, sende görmemiş düşünürsen. Haset eden insan, o an Allah’ı hatırlıyor olabilir mi sizce?
Dirayet göstermeli insan; nefsi haset etmeye yatkındır, ‘kıskançlığa ve bencil tutkulara‘ hazır kılınmıştır.
"Var gücüyle kötülüğü emreden" nefsin insanı sürüklediği yer bataklıktır. Kabil’in, kardeşi Habil’i kıskançlık sebebiyle öldürmesi, Hz. Yusuf(as)’ın kardeşlerinin, babalarının ona olan sevgisini kıskanarak öldürmek amacıyla onu bir kuyunun dibine bırakmaları, bu duygusal özelliğin, ne büyük boyutlarda tehlikeli davranışlara sebep olabileceğine Kur’an’dan önemli örnekler. Ancak onu arındırıp-temizleyen felah bulur. Hasetten kurtulmak ise nefisle cihaddır.
Haset, rahmetten mahrum kalmış, nefret kaplamış ruhu yakar, kavurur adeta eritir. Kalbi arınmaktan alıkoyar, saflığını karartır ve köreltir. Kur'an ahlâkının getirdiği huzuru yaşamak varken, farkında olmadan bu cahiliye ahlakının sıkıntısını yaşayan kimseler, Allah'ın verdiği nimetlerle yetinmeyi ve şükretmeyi akledemedikleri için mutsuz yaşar, azap çekerler. Hep yukarıda olmayı arzu eder, çıkarken birilerinin omuzlarına basar, bazı şeyleri kırar döker ancak düşerken tutunacak dal bulamazlar.
İnsanı yaratan, sahip olduğu tüm özellikleri veren, ona nimetler lütfeden Allah rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese –dünya hayatındaki imtihan gereği takdir ettiği-nasibini veriyor. Kimimiz varlıkla, kimimiz yoklukla sınanıyor, kimimiz alan, kimimiz veren el oluyoruz. Eksikliklerimiz ya da üstün kılındığımız özellikler, imtihan ortamının birer parçası. Sahip olduklarımızın da yitirdiklerimizin de imtihanın bir sırrı olduğunun şuurunda Allah'tan isteriz; elimizdekilerle şımarmaz, olmayanlar sebebiyle yerinmeyiz. Bu imtihanla, Allah'a yönelip şükredenlerden mi, yoksa Kur'an ahlâkından uzaklaşıp nankörlük edenlerden mi olacağımız ortaya çıkar.
İçten içe yaşanan bu azaptan kurtulabilmek için tüm güzelliklerin, malın, mülkün her şeyin gerçek sahibinin Rabbimiz olduğunu ve tüm bunları insanlara farklı şekillerde vererek kullarını imtihan ettiğini bilmek yeter. Böylece her güzellik, insan için haz alınacak birer nimete dönüşür.
"Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan O'nun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah her şeyi bilendir." (Nisa Suresi, 32)
Dünya hayatının geçici bir imtihan mekânı olduğunun bilincinde olan insan, dünyanın geçici süslerine karşı haset ve kıskançlığa kapılmaz. Kayba uğradığında, zahiren kötü görüntülerle yüzleşme zamanında sabırlı ve tevekküllü davranan mümin, imanını ispatlar ve imanından kaynaklanan güzel davranışlarına kendisi de şahit olur.
İman eden insanın hissettiği, yalnızca ‘gıpta’dır. Gıpta etmek, karşısındakini rakip görmeyi gerektirmez. Kur’an’ın, “hayırlarda yarışınız" hükmü gereğince mümin, Allah'ın sevgisini ve rızasının en çoğunu kazanmak için çaba gösterir. Ancak bu Rahmanî bir yarıştır, dünya hayatındaki çıkar savaşıyla uzak-yakın hiçbir ilgisi yoktur. Bu yarışta Allah yolunda aşılan her vâdi, insanı Rabbine daha da yaklaştırır.
Allah’ın hoşnut olacağını umut ettiği hayatı yaşamak için, insan öncelikle nefsini arındırmalı. İnsanlara ve hatta kendisine benlik vermekten çekinmeli. Şeytanî bir özellik olan haset konusunda gaflete düşmekten korkmalı. "Haset, tıpkı ateşin odunu yiyip tükettiği gibi iyilikleri yer tüketir” buyuruyor Peygamber(asm). İyilikleri yiyip-tüketen tüm bu kötü ve yıkıcı duygulardan; kinden, nefretten, kıskançlıktan, hasetten kalbini temizlemeli. İnsan yıkmak için değil, yapmak için var çünkü.
"İmanla haset kalpte bir arada olmaz.” Sevgi Peygamberi(asm).
YORUMLAR